T.C. KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI Sincan YeniKent Halk Kütüphanesi
  • Neredeyim :

LALE DEVAMI....

LÂLE DEVRİNDE  “LÂLE”

     III. Ahmet II. Mustafa’dan boşalan tahta oturmuştur. Savaştan hiç hoşlanmayan bir hükümdardır. Ama şartlar, hükümdarlığının ilk on beş yılında savaşı zorunlu kılar.1718 yılında imzalanan Pasarofça Anlaşmasından sonra, kendini bu anlaşmayı telkin eden damadı Nevşehirli İbrahim Paşa’yı sadrazamlığa getirdi. 

    Pasarofça Anlaşmasıyla başlayan barış devri, Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın gayretleriyle çeşitli imar ve ıslahat faaliyetlerinin başlatıldığı, kapıların Avrupa kültürüne aralandığı devir olur. İlk matbaa bu devirde açılmıştır. Öte yandan, İstanbul’un manzara bakımından en güzel yerlerine, köşkler ve kasırlar inşa ediliyordu. Özellikle Kâğıthane III. Ahmet devrinin gözde mekanlarından biri olmuştur. Evliya çelebi de Kâğıthane’de bir lâlezar mesiresinin bulunduğunu ve burada Kâğıthane Lâlesi denilen rengârenk bir lâle türünün yetiştirildiğini anlatır.

 

      Bu önemde inşa edilen ve Patrona Halil Ayaklanmasıyla isyancılar tarafından yıkılacak olan Sâdâbâd Kasrı, Fransız mimarisinin ünlü Versailles Sarayı örnek alınarak yapılan yapıtlardandır.

     Nevşehirli Damat İbrahim Paşa Tam bir lâle tutkunuydu. Hollanda’dan gelen bir lâleye Lü’lü-i Ezrak adını vermiş ve bu lâleden yetiştirenlere ödüller vermişti. İbrahim Paşa’nın kendi yetiştirdiği bir lâlede vardı ve adı Âsâfî idi.

    Nadir lâle soğanı elde etme tutkusu, kısa bir sürede 17. yüzyıl başlarında Hollanda’da ki benzer bir delilik halini aldı. III. Ahmet devrinde lâle merakını anlatmak için lâlenin 2 binden fazla formunun elde edildiği söylene bilir. Eskilerin Lâle-i Rûmî dedikleri Osmanlı Lâlesi denilen cinsin yaklaşık 2 bin tanesinin adları, özellikleri ve yetiştiricileri çiçek tezkirelerinde ve lâle mecmualarında kayıtlıdır. Lâle-i Rûmî Avrupa lalelerinden çok farklıdır.

     Osmanlı Lâlesi’nin çiçeği badem biçiminde yaprakları ise hançer şeklinde ve uçları tığ gibi ince ve sivridir. Islah edilmiş ilk lâle çeşidini elde edenin Şeyhülislam Ebu Suud Efendi olduğunu belirten T. Baytop, zaman içinde yüzlerce lâle çeşidinin yetiştirildiğini ancak Lâle Devri’nin (1730) sona ermesiyle birlikte İstanbul yani Osmanlı Lâlesi’nin yavaş yavaş ortadan kalktığını belirtmiştir.

     Lâle Devri’nde lâle ticari bir mal haline geldi. Nadide çeşitler yüksek fiyatlarla alınıp satılmaya başlanmıştı. Bazı çiçek meraklıları nadide türleri mutlaka elde etmek istedikleri için, çiçek piyasasında dalgalanmalar, hatta yolsuzluklar yaşanıyordu. Damat İbrahim Paşa bu durumu önlemek için, 1725 yılında lâle soğanlarının fiyatlarını belirleyen bir fiyat listesi hazırlamış ve soğanların bu listedeki fiyatların üzerinde satılmasını yasaklamıştı. Bu listenin düzenli uygulanıp uygulanmadığının kontrol edilebilmesi için Şeyh Mehmed Lâlezârî , Serşukûfeci , yani çiçekçibaşı olarak tayin edilmiştir.

    Lâle Devri tüm yenilik ve atılımlara rağmen, saray ve çevresinin toplumu rahatsız edecek derecede zevk ve israfa dalması yüzünden kanlı bir ayaklanmayla sona erdi. Lâle zevki Lâle Devrin’den sonra bir süre daha sürdü; ama üst üste yaşanan savaşlar, devletin ve halkın yoksullaşmasına neden olan ekonomik krizler yüzünden, bahçe ve lâle yetiştiricilerinin sırları da unutuldu.

 

    Lâle Devri adı Yahya Kemal Beyatlı tarafından Meşrutiyet’ten sonra verilen addır. Ahmed Refik Altınay, aynı yıllarda bu isimle bir kitap yazınca tarih literatürüne bir terim mahiyetinde iyice yerleşmiş ve batılılarca da kullanılmıştır.

LÂLENİN TÜRK EDEBİYATINDAKİ YERİ

 Lâle Türk edebiyatında özellikle şiirde çok önemli bir yere sahiptir.Lâle klasik Türk şiirine  15. yüzyılda iyiden iyiye yerleşmiştir.Renginden dolayı, kan, mum, şarap, yanak, yara gibi unsurlara, şeklinden dolayı kadehe benzetilmiştir.

     Klasik Türk şiirinde 16. yüzyıla kadar sözü edilen lâlelerin yabani türleridir. Yabaniliklerinden dolayı “taşralı”dırlar. Bir bakıma lâle utangaçlığın, çekingenliğin sembolüdür:

    Taşradan geldi çemen sahında bîçare durur Devr-i gül sohbetine lâleyi iletmediler. Necati Bey

* Lâle merakının ezeli olduğunu ifade eden Remzi Efendi ise;

Lâleye pîr-i sabâdan bu nefes şimdi değil               

Ezelidir bu hevâvü heves şimdi değil.

Lâle, şiirde en çok lâle genel ismiyle kullanılmıştır. Buna rağmen çeşitli kültür yoluyla elde edilen lâlelere verilen şairane isimlerinde klasik şairlerin eserlerinde yer aldığı görülmektedir.

     

Duhânî  Lâle;

                    

Şarâb-ı ergüvânîdir Duhânî Lâle câmında

Ne kan tamdıysa odunda benim bağım kebâbında.

Şeyhi Gül-rîz ;

Sûk-ı isti’dada şehr-âyîn edip yâran-ı nazın

Ettiler Gül-rîzler âvîhte dükkân üstüne.                           

Nedim

*Lâle Devri’nin ihtişamını Nedim şu dizeyle çok iyi ifade etmiştir;

  Lâlenin tohumunu eksen dolu peymâne gelir.

* Türk Halk Şiirinde de lâle kullanılan bir tema olmuştur.

Kaşların göz ile ediyor cengi

Söyleşir yavrılar, koç yiğit dengi

Çiçekte, meyvada yoktur menendi

Lâleden kırmızı, gülden ziyade Karacaoğlan

                             

Çayır çemen  hep seçildi               

Dolu peymâne içildi                        

Lâle sünbüller açıldı                         

Cennet oldu bağlar şimdi

                         Gevheri

ELSANATLARI VE ÇİNİDE LÂLE

 

 16. yüzyılın birinci yarısında ilk olarak kullanılmaya başlayan kırmızı renkle beraber, çinilerde lâle motifi görülmeye başlanmıştır ve yaygın olarak kullanılmıştır.

     Bursa Şehzade Mustafa Türbesinde, Rüstem Paşa Camii, Ramazan Efendi Camii, Kula Kurşunlu Camii vb. yapılarda lâle motifi örnekleri taşıyan çiniler bulunmaktadır.

     Seramikte de lâle, sümbül, karanfil ve gül motif olarak kullanılmıştır. Lâle motif olarak kumaşlarda da karşımıza çıkmaktadır. II. Süleyman’ın, Yavuz Sultan Selim, III. Murat’ın yalnızca lâle motifi kullanılmış kaftanları vardır. Aynı zamanda lâle motifi sultanların ayakkabılarında ve çizmelerinde de bulunuyordu.

     Halı ve kilimlerde, cami, mescit, türbe, medrese, sebil ve okul gibi yapıların duvarlarına, her renkten lâle işlenmiştir. Özellikle Süleymaniye Camisinde bulunan Mimar Sinan’ın ters lâlesi bir aykırılığın simgesiydi.

 Lâlenin Türkler için farklı bir değer taşımasının sebebi, göze hitap etmesi dışında, en çok yetiştirildiği dönemle ilgilidir. Saray ve saray çevresi yanında sırdan halkında ilgilendiği bu çiçek kelimenin tam anlamıyla “moda” halini almıştır. Aynı zamanda değeri gittikçe artan ve çeşitleri çoğaltılan bu çiçek ticari bir mal haline gelmiştir. Osmanlı günlük yaşamına da ayna tutan bu çiçek, şiirlere, fermanlara, hikâyelere konu olmuştur. Osmanlının neden bu çiçeği bu kadar benimseyerek sevdiğini, özellikleri ile anlamış bulunuyoruz. Yinede bir çiçeğin bir dönme ismini verecek kadar önem kazanması, beklide tarihte nadir rastlanan olaylardan biridir. Bu Osmanlıların “güzele”  ve sanata verdiği önemi de ortaya çıkarmaktadır.